Sevdiklerimiz olmasa umut namına bir şey bulamayacağımız bu ülkede bir günü daha, sadece şanssız bir yerde olmamış olmak kadar şanslı (!) bir şekilde ölmeden/yaralanmadan tamamlıyoruz. Olan biten o kadar sersemletici ki, yine bir Haziran akşamı kulağımın dibinde patlayan o ses bombasının çınlatıcı etkisini bu defa zihnimde hissediyorum. O dinmek bilmeyen çınlama ve fondaki boğuk insan seslerinin yerini geçtiğimiz Salı akşamı eve dönerken ambulans sirenleri ve susmak bilmeyen telefonlar alıyor. Sonrası sersemlik. Okuduğum, izlediğim her şey durumu daha da içinden çıkılmaz hale sokuyor.
Durmadan düşünürüm böyle bir olay olduğunda; acaba ne kadar yakınım diye? Üniversite yıllarında kaçırdığım o belediye otobüsü kadar mı, yoksa geçmiş bir Haziran ayında başımın arkasından geçip duvarda patlayanlar kadar mı?Bilmiyorum. Alışmamak gerektiği gibi bilmemek de gerekir bunu bence.
Birileri, cana susamış ve planlayan birileri, dikkatimizi dağıtmaya çalışan katil birileri sürekli kalbimizden güneşimizi çalıyor. Ölenler öldükleriyle kalıyor, kalanlar da daralan o psikolojik çemberin sıkıntısıyla yaşamaya mahkum oluyorlar. Her şeyin bir göz kırpışı çabukluğunda olup bittiği o anda o insanların belki akıllarından sevdikleri geçiyordu, belki tutturamadıkları iddaa kuponuna hayıflanıyorlardı, belki maaş bayramdan önce yatar mı diye düşünüyor, belki de yorucu yolculuğun sonunda bir an önce eve ulaşmanın hayalini kuruyorlardı. Düşünce nöbeti geride bıraktıklarında şimdi. Ömür boyu sürdürecekleri bir nöbet.
Üzerinden bugünle beraber iki gün geçti. Haber bültenlerinde ayrılan sürenin giderek kısalmasıyla ve araştırılmasının reddiyle birlikte çoktan unutulmaya başlandı bile. Üzerine köprü bile açıldı da üzerinden 400 km/h ile yandaş motosikletçi bile geçti. (Söylemesi bile garip.) Hain emellerine ulaşamayanlar canlı yayında köprünün açılışını izlerken nasıl da tırnaklarını yemişlerdir kim bilir?!
Benzer mide bulandırıcı şablon hemen hemen her acı olayda yeniden uygulanıyor. Sorumlular ihmal ettikleri ne varsa acısını olay sonrası zaafiyeti asla ve kat'a kabul etmeyerek ve akıl sınırlarını zorlayarak çıkarıyor, yüzde ellilik kısım olayı direkt padişahı tahttan indirme teşebbüsü olarak görüp bedduayı ve laneti basarken geriye kalan öfkeli kalabalık da birbirlerine online nispet yaparcasına lanetleme, kınama, bir de sosyal mecralardaki fotografları karartma yarışına giriyor.
Unutmadan; tüm kınama, lanetleme, atarlanma ve profil fotografı değişimlerini yarın akşam 17:00'a kadar tamamlamak gerekiyor, malum Bayram tatili de geldi çattı. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde bunları atlamamak lazım. 30 küsür yıldır terörle cebelleşen ülkede halk halen lanetle bu belayı başından defedeceğine inanıyor.
Çok sevdiğim, rahmetli Onat Kutlar da hayatı benzer şekilde çalınanlardan. Şiir kendisine ait.
Islanınca esmer defterleri yüzümüzün,
bu çamurla, kanla, alınteriyle gizli bir yazgı
çakıyor bir an. Karanlık feneri ülkemizin.
Nasıl bir yalnızlık, unutulmuş bir ışık diliyle
çırpınırken biz üstümüze geliyor,
büyük gemisi geleceğin.
Bir tenis topu, koşan bir çocuk, bir gözyaşı bile değiliz.
Yalnızca bir ağaç ailesi ve bir köşede
yıllardır bizi gözleyen hep aynı balta; Dalgınlık.
Düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için.
Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin,
unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz.
Ölü balıklar geçiyor karışık bir deniz sofrasından
ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım,
durmadan düşünüyorum;
Ne kadar çok öldük yaşamak için.
Hafta içinde olan biteni yazmak için açmıştım bu boş sayfayı, gel gör ki ölüp yitenlerin ağırlığını atmak pek mümkün olmadı. Insanların sevdiklerinin hayatından endişe duymadığı günleri göremeden ölmek istemiyorum.
Temmuz ayı umuduyla geliyor, umarım daha güzel günler görürüz.
İnişli çıkışlı günleri ve aşırı sıcak havalarıyla Haziran ayı geride kalırken yazı yazacak motivasyonu ancak bulabildim. Haftada bir yazı istikrarı yakalamak istiyorum, bunun için gerekli malzeme de toplanıyor hafta içinde ancak iş oturup yazmaya gelince ders çalışmamak için yapılan anlamsız hareketler misali başka meşgaleler buluveriyorum kendime.
Kısa kısa Haziran.
Sigur Ros konserine gittik sevdiceğimle. Yılların uktesiydi doldu diyebilirim. Beklediğimden sert bir performans sergilediler. Sigur Ros'u Agaetis Byrjun albümüyle tanıyıp sevmiş bir dinleyici olarak Post-Rock'ın hakkını veren yeni şarkılarını çok beğensem de yadırgamadım değil. Zorlu Psm'de gerçekleşen konserin akustiği ve sahneye yansıtılan görselleri mükemmeldi ancak en sevdiğim ve hayran olduğum kısım reji oldu. Salondaki iki ayrı ekrana grup üyelerinin canlı görüntüleri inanılmaz efektlerle verilirken kendimi grubun klip çekiminde gibi hissettim. Hiç böyle bir çekim stili görmemiştim, gerçekten çok beğendim.
Konser çıkışında dev ekranda EURO 2016'nın ilk grup maçlarından İngiltere-Rusya maçına denk geldik. Devasa ekrandan ve amfitiyatroyu andıran merdivenlerden maç seyretmek çok eğlenceliymiş. Keşke Rusya son dakikalarda beraberlik golünü atmasaydı da sevincimiz devam etseydi. :( Sürekli maç yayını var mı bilmiyorum ama işiniz yoksa ve oralardaysanız yanınızda içeceğiniz ve atıştırmalıklarınızla eğlenceli 2 saat geçirebilirsiniz, benden söylemesi.
Şu günlerde devam etmekte olan EURO 2016'dan konu açılmışken, ben hayatımda böyle sıkıcı turnuva izlemedim. Eşek Platini sayesindeki yeni statüsü gereği en iyi grup üçüncüleri diye bir saçmalık var ve istisnasız her takım maçlardan 1 puan kurtarmak için anti-futboldan nadide örnekler sunarak top oynuyor. 80 dakika ölümüne savunma yapan takımların son 10 dakikada saman alevi gibi ataklarına muhtaç maç seyrediyoruz.
En iyi üçüncülerden bir üst turda ne olur diye sorarsanız, hiç bir şey olmaz. Slovakya, Kuzey Irlanda ve Arnavutluk gibi takımları kupa yarışına yeniden dahil etmek maç sayısını arttırmaktan öteye gitmeyecek bir işgüzarlık.
Kendi milli takımımızdan bahsetmek gerekirse, hocasının ayrı, oyuncularının ayrı döküldüğü, prim prim diye ağlaşan milyoner futbolcuların grup maçlarından ikisini sabote edip, üçüncüsü öncesinde prim konusu medyada patlak verince toplumda oluşan infialden tırsıp son maçı çok afedersiniz g.t zoruyla kazandığı bir takım. Futbola siyaset iliklerine kadar işlemiş durumda; maç sonunda spikerinden teknik direktörüne ve futbolcusuna kadar herkesin ajitasyon ve demogojisine maruz kalıyoruz. Neyse, daha fazlası ekşi sözlükte var zaten, blog yazısını bu konuyla dev yazı duvarına çevirmek istemiyorum. Umarım kupayı Galler ya da İzlanda kazanır, çok zor ama imkansız değil.
Bu ay başında, sevdicekle bir süredir aklımızda olan bir fotograf makinasına sahip olduk. Filmli Canon makinalarımızı aldığımızdan beridir sürekli renkli filmler kullanıyoruz. Gel zaman git zaman, ara sıra canımız siyah-beyaz fotograflar da çekmek istedi ancak güzel havaları siyah-beyaz filmle cezalandırmak da istemedik. Bunun için sonbaharı beklerken aklımıza ortak bir makina alıp bunda sürekli siyah-beyaz fotograflar çekme fikri oluştu. Uzunca süre, ucuz yollu ancak kaliteli fotograflar verecek bir makina bakınırken karşıma bu minik canavar çıktı. :)
Banu (@banuhidirlar) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()
Kendisi Olympus Pen EED Half Frame. 1967-1972 arasında üretilmiş, standart 10cm x 15cm fotografların yarı boyutunda fotograf çeken, "yarım kare" familyasından bir makina. Bu özelliğiyle çözünürlükten tasarruf ederek içine taktığınız filmin kapasitesini iki kat fazla kullanabiliyor. Bizdeki kaç yaşındadır bilmiyoruz ancak 46 yaşından genç olmadığı kesin. :) Otomatik modu hariç muntazaman çalışan bu ihtiyar delikanlı ile deneme amaçlı bir dolu fotograf çektik ve sonuçlardan da bir hayli memnun kaldık diyebiliriz. Üzerindeki 32mm'lik ve 1.7 diyafram açıklığına sahip, 0,8 - 5 metre ve sonsuz arası netleme yapabilen lensi de kullanım rahatlığı olarak çok üst düzeyde.
Yarım kare fotograf çeken makinalar bence bizim gibi, birlikte bir şeyler yapmayı çok seven insanlar için ideal. Örneğin, aynı görüntüyü iki insanın farklı bakış açılarıyla arka arkaya çekmeleri, bir önceki karede objenin geneli görülürken sonrakinde detaylarının vurgulanması bu tür makinalara ruh veren özelliklerden.
Bunun yanı sıra ard arda, birbirine komşu fotograflarla bir hikaye anlatmaya çalışanlar için de biçilmiş kaftan. Fotografları birbirinden ayıran o siyah düz çizgi, hikayelerin anlatıcısı rolünde gibi geliyor bana. Hayatın zıtlıklarını da benzerliklerini de birbirlerine müdahale etmeden yan yana getirebildiğiniz, bunu da öyle 24 ya da 36 karede değil, 48 ya da 72 karede sindire sindire gerçekleştirebilen bir araç, daha ne olsun?
Cihan (@cruinne) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()
Makinalardan konu açılmışken, filmlere değinmemek de olmazdı sanırım. :)
Azalan film stoklarımız ve film tedarikçimizin anlaşılmaz tutumu sonrası girdiğimiz arayışlardan fiyat/performans oranı yüksek, farklı markalarda filmlerle çıktık ve
Tudorcolor, Kodak ve Agfa marka bayat filmlerle envanterlerimizi uzunca süreliğine sağlama aldık. Uzun süredir Fuji marka filmlerle fotograf çektikten sonra bu seçim özgürlüğü umarım ekstra yaratıcılığı da beraberinde getirir.
Gelelim sinemaya. X-Men'in son filmini vizyondayken izleme fırsatını kaçırdım. Çizgi roman uyarlamalarını vizyondayken her kaçırdığımda çok üzülüyorum. Neyse.
Bu ay içinde, Istanbul Film Festivali'nde izlemek isteyip de zaman çizelgemize uymayan "Belgica"yı Başka Sinema sayesinde izleme fırsatı bulduk ve bayıldık. Hayatımda izlediğim ilk Danca filmdi ayrıca.
Bunun yanı sıra, geçtiğimiz hafta sonu "Me Before You" adlı filmi de izledik. Başrollerde Emilia Clarke, Emilia Clarke'ın kaşları ve Emilia Clarke'ın çılgın elbiselerinin olduğu film yüzünden Game of Thrones izleme şevkim tamamen kırılmış da olsa filmi beğendiğimi söyleyebilirim.
Bu ayın en önemli olayına gelecek olursak, kedim Kısmet ile birlikte 1 yılı devirdik dün. Geçen sene 21 Haziran'da başlayan maceramız tam bir yılı doldurdu. Düşününce sanki geçen haftaymış gibi geliyor ancak sonra Kısmet'in ulaştığı hacmi anımsıyor ve kendime geliyorum. Bir yıllık süre zarfında kedi yavrusundan ev kaplanına dönüşen Kısmet, günlerini istikrarlı bir biçimde evin muhtelif yerlerinde uyuyarak, mutfağa girenin peşine takılıp kendini acındırarak ve camdan sokağı gözetleyip pencere kenarına konan güvercinleri trolleyerek geçiriyor. Çok yaşa Kısmet.