31 Temmuz 2016 Pazar

Temmuz'u Paketlerken

Bu yazıya başladığımda tarih 26 Temmuz, saat 21:25'ti aslında. Sevdicek işten eve yeni gelmiş, o biraz dinlenip bir şeyler yiyene kadar ben de boş durmayayım diye bu yazıya başlamıştım. Hatta o anda fonda Kings of Convenience çalıyordu, 24-25 adlı şarkısı.


Bu ay blog istikrarı konusunda kendimi aştım diyebilirim. Bıkmadan, konu sıkıntısı çekmeden, hevesle yazdım. Umarım böyle devam edebilirim. Blogda yazılar biriktikçe eski alışkanlığım olan, "bir hevesle blog açma, tasarlama, yazma, sıkılma, silme" de haliyle imkansız hale geliyor. Insan yazdıklarına kıyamıyormuş. 

Bu ay 4 film izledim.
The BFG muazzamdı. Özel efektlerin şahaneliği mi, karakterlerin Cockney-Nadsat'ı andıran konuşma tarzları mı yoksa konusu mu beni en çok çekti karar veremedim. Ancak şu kesin ki bir 90lar çocuğu olarak bu tarz filmlere kayıtsız kalamıyorum. :)

Our Kind Of Traitor'ı sırf Ewan McGregor hayranlığımdan seyrettim, ne bayıldım ne pişman oldum. Ewan McGregor, Stellan Skarsgard ve Damian Lewis'in iyi oyunculukları senaryonun önüne geçmiş gibi geldi bana. Casusluk filmlerini seviyorum ama o film sonlara doğru irtifa kaybedince pek olmuyor. Yine de izlenir, çok da şey yapmamak lazım.

35. Istanbul Film Festivali'nde de gösterilen, bu ay da Başka Sinema vesilesiyle gösterime giren Remember bu ay izlediğim en iyi filmdi. Yahudi Soykırımı ve Auschwitz'e farklı bir bakış açısı getiren filmi hem müthiş oyunculukları ve senaryosundan, hem de sürükleyici bir yol filmi olmasından dolayı çok beğendim, kesinlikle tavsiye ederim.

Son olarak da Jason Bourne. Aşırı derecede hareketli bir filmdi, bir aksiyon filminde ne olmalı sorusunun cevabı gibiydi adeta. Senaryosu önceki üç filmindeki senarist bu filmde değiştiğinden dolayı çok eleştirilmiş ama yine de sürükleyiciydi. 

Önceki yazılarda da çokça bahsettiğim saksıda sebze yetiştiriciliği gayet iyi gidiyor. Hatta bu akşam oldukça güzel bir hasat aldım. :) 


Fotograf çekmeye devam. Geçen ay kullanmaya başladığımız Agfa Vista filmlerin bu ay baskılarını aldık. En sevdiğimiz film olan Fuji Superia'dan bile çok hoşumuza gitti. Bayat filmler kullanıp o nostaljik tadı alamamak küçük miktarda hayalkırıklığı olarak dönüyordu, bu filmle birlikte o da tarih olmuş oldu. Elimizdeki stoğun maşallahı var ama umarım fotografçıda çok daha fazlası vardır. :)

Şuraya bir iki tane örnek fotograf ekleyelim. 



Bir tane de sevdicekten ekleyelim. :)



Yarım kare fotograflar aldığımız canımız makinamız Olympus Pen EED'nin içini açtım bu ay. Temizlik yapıp sağ salim kapattım ancak içindeki siyah-beyaz filmi riske etmemek için çıkardım.
Bu defa siyah-beyaz yerine yeni bir şey deneyeceğiz; renkli dia negatif film!
Dia filmler aslında slayt makinaları için ancak standart 35mm film banyosuna sokularak baskı elde edilebiliyor. Edirne'nin ötesinde buna "cross-processing" diyorlar, bizde de genel olarak "çarpraz banyo" deniyor. Çarpraz banyo sonucu sapıtan kimyasallar filmde birtakım tepkimelere neden oluyorlar, bu da bize çok acayip renkler olarak geri dönüyor. Tam bizlik kısacası. :)
Bu amaçla bir tane Fujifilm Sensia 200 satın aldım, hem de 2008/08 bayatı. Bakalım nasıl çıkacaklar, şimdiden meraktayız.

(Soldan sağa) Olympus, Volkswagen, Sensia, Defter, Kalem

Efendim, sevdicekle denk geldikçe es geçemediğimiz oyuncakçı dükkanı (hep benim yüzümden :D) ziyaretlerimizden birinde, mucizevi bir biçimde, tam da kendisinden bahsederken, yukarıdaki fotografta gördüğünüz Volkswagen minibüse rastladık. Bu modeli bulabilmek için nasıl uğraştığımızı bir biz, bir de Allah biliyor, o derece nadir ve nedense es geçilmiş bir model. Benim için anlamı ise bir başka. 1985'in bir Ağustos gününde, aynı bu model bir minibüs tarafından doğuma yetiştirilmişim. :)

Okuma tempomdan çok çok memnun olmasam da bu ay başladığım bir değil tam iki! kitabı bitirdim. "Fahrenheit 451"i uzunca zamandır Ingilizce okumak üzere bekletiyordum ancak Türkçe baskısına bir sahafta yok paraya rastlayınca inadım kırıldı. Distopya olsun çamurdan olsun diyen ben için bulunmaz nimetti bu kitap, bayıla bayıla okudum.
İkinci kitap da sevdiceğimin hediye ettiği, pek sevdiği yazar Barış Bıçakçı'dan "Bizim Büyük Çaresizliğimiz"di. İki günde okudum bu güzel kitabı. Yazarın dili sizin iç sesiniz oluveriyor bir anda ve elinizden bırakamıyorsunuz.

Temmuz'un son günleri bademcik iltihabına kurban gitti. Öyle garip bir illet ki bu, ateşiniz çıkıyor, beliniz ve eklemleriniz ağrıyor, iştahınız kapanıyor, yutkunamıyorsunuz, başınız dönüyor ve sürekli sanki birisi saç diplerinizi acıtırcasına çimdikliyormuş gibi hissediyorsunuz. 2-3 gün boyunca ciddi anlamda azap çektim. Ateşimi düşürmeyi başardım ancak boğaz ağrısı halen devam ediyor ve birkaç gün daha da edecek gibi.

Temmuz'da ülkenin başına gelenler hakkında ne desem gg, hiç sırası değil.

Yılın en sevdiğim ayı Ağustos, umarım mutlu ve huzurlu geçer.

Hiç yorum yok: