Actionsampler, nam-ı diğer Dörtgöz işbaşında. ::)
Kasım ayında geçmiş diğer aylarda olduğu gibi bir sürü şey oldu tabii ki, ancak iş onları yazmaya gelince her defasında bir engel çıkıverdi; bir diğer deyişle yazmamak için yeterince bahane bulabildim. Ta ki Aralık ayının üçte birini tamamlamak üzere olduğumu farkedene dek. Bir önceki ayın yazısını sonraki ayda yazmaktan hiç ama hiç hoşlanmasam da hiç yazılmamış olmasından iyidir diyerek Kasım ayının dökümünü yapayım dedim.
Ekim ayında iç huzurum ve keyfim mevsim normallerinin üzerinde seyrediyordu, Kasım ayında maalesef tam tersi oldu ve pek de hatırlamak istemeyeceğim bir ay olarak geride kaldı. Sevdiceğin varlığı ve birlikte yaptığımız şeyler olmasa çıldırmak işten bile değildi. Neyse, geçti.
Ayın sinematik siftahını Almodovar'ın "Julieta" adlı filmiyle yaptık. Kastingin bu kadar başarılı olduğu az film hatırlıyorum ve sırf bu yüzden bile izlemeye değer bir film olduğunu düşünüyorum. Hikayesi, çekildiği şehirler ve manzaralar da cabası. Gözümüzün nuru Başka Sinema filmi olmasına karşın beklediğimden uzun süre vizyonda kaldı, oldukça beğenildiğini düşünüyorum.
Bu ayın ikinci filmi ise "Arrival" oldu. Öyle sanıyorum ki bilimkurgu filmleri artık 90lı yıllardakilerin aksine, görsel şölenin yanına izleyiciyi allak bulak eden senaryoları da eklemeyi görev edinmiş durumdalar. Arrival da öyle bir filmdi bence. Filmde geçmişte izlediğim birçok bilimkurgu ve bilimkurgu/gerilim tarzında filmlerden parçalar buldum, bence türün meraklılarının oldukça hoşuna gidecek bir filmdi.
Bir önceki aydan kalma tiyatro iştahım bu ay da aynen devam etti ve Kasım ayının ilk oyununu Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde izledik; oyunun adı "Ivan Ivanoviç Var Mıydı Yok Muydu?" idi. Bir Nazım Hikmet eseri olan oyun Tiyatroadam ekibi tarafından sahneliyor.
afiş: tiyatroadam
Yazılalı çok uzun süre olmasına rağmen güncelliğinden bir gram yitirmemiş (bu türden eserler yaratmada özellikle Nazım Hikmet, Aziz Nesin ve Sabahattin Ali çok başarılılar zaten) bu oyun siyasi taşlama severler için bulunmaz nimet diyebilirim. Ben bayıldım. Hatta oyunu izlerken ilginç bir şekilde rahmetli Kemal Sunal'ın "Koltuk Belası" adlı filmiyle birçok paralellikler de kurdum. (Anahtar kelimeler: koltuk, heykel, ego, deli gömleği :) )
Filmi beğenenlerin oyunu beğenmeme imkanı yok diyebilirim, bu kadar da iddialıyım bu konuda. Oyunun özellikle bir bölümünde gülmekten gözünüzden yaşlar geliyor, gidiniz görünüz.
Bu ay izlediğim bir diğer oyun da Şehir Tiyatroları tarafından sergilenen, Harold Pinter'ın yazdığı "Aldatma" oldu.
Oyunun afişini aratırken zamanında Barış Falay'ın oyun hakkında söylediklerine rastladım, üzerine ekleyecek bir şey de bulamadım açıkçası. Kendisi bu oyunda 2007-2008 sezonunda Bursa Nilüfer Sanat Tiyatrosu'nda Jerry rolünde, Neriman Uğur ve Murat Karasu ile rol almış, bunu da küçük bir anektod olarak buraya ekleyeyim. :)
"Oyun, hiçbir zaman eskimeyecekmiş gibi görünen değer yargılarını sorguluyor. Insan ilişkilerinin ve aile kavramının sorgulandığı bu metinde sorgulanış biçimi de Pinter'ın dehasını kanıtlar nitelikte çünkü seyirci oyunun başlarında sonu görüyor, ilerledikçe de bu sona nasıl gelindiğini izliyor."
Metnin sahneye uyarlanmasını beğensem de, dekorun sahneye projeksiyonla yansıtılmasını çok zekice bulsam da özellikle erkek oyuncuların performansını pek beğenmedim. Bir zorakilik, oyun sonlarına doğru ve seyirci selamlanırken garip bir gerginlik de hissettim, yanılıyor da olabilirim. Yine de metnin hatırına gidilip izlenir diye düşünüyorum.
Bu ay izlediğimiz üçüncü ve son film yine Başka Sinema'dan "Albüm" oldu. (Başka Sinema Bey diyeceksiniz)
Film kısaca, çocuğu olmayan ve uzunca süredir evlat edinmek için uğraşan, bu esnada da içinde yaşadıkları dar taşra toplumunun değer yargıları arasında sıkışıp kalmış, al birini vur ötekine dangozluğundaki memur karı-kocanın hikayesi, stereotip çekirdek Türk aile profilini bir nevi anahtar deliğinden gözleme deneyimi.
Film yer yer çok güldürdü, şaşırttı, kızdırdı ve üzdü. İşlediği konular bakımından fazlası vardı ve eksiği yoktu ancak temiz 10-15 dakikası çok gereksizdi. Yani sayın yönetmenim sanırım bir daha film yönetemeyebilme ihtimalini de göz önünde bulundurarak içinde ne kadar sinematik ukte varsa alayını filme serpiştirmiş.
Fena değildi ancak ç0mar konsepti beni kasar diyenler için tavsiye edebileceğim bir film değil.
Uzunca süredir balkondaki saksı yetiştiriciliği serüvenlerimden bahsetmemiştim.
Mevsim değişimiyle birlikte domates ve fesleğen bitkilerim maalesef öldüler. Tek yıllık olduklarını zaten biliyordum ancak yine de ölmelerini görmek üzdü, epey emek vermiştim.
İçlerindeki en istikrarlı bitkim olan süs biberi maalesef yan balkondaki şerefsiz ve de arsız kedinin gazabına uğrayarak aşağı düştü ve rahmetli oldu. Soğuk havalara rağmen ısrarla ve istikrarla biber çıkarıyordu, çok yazık oldu çok. :(
Kekik soğuk havaların bitkisi olduğunu kanıtlarcasına sapasağlam büyümeye devam ediyor, budadıktan sonra çok güzel serpildi, şimdilerde biraz yavaşlasa da oldukça sağlıklı görünüyor.
Kısa süre önce maydanoz yetiştirmeye meyletmiştim, ilk denememde yanlış tohum seçimi sebebiyle hüsrana uğrasam da yeni tohumlarla ikinci denememde sonuca ulaştım. Mis kokulu ve ağızda dağılan, aromalı maydanozlar yetiştirmeyi başardım. :)
Kasım ayında fotograf çekmeyi çok özlediğimi farketmiştim, bu özlem Aralık ayında da giderek artıyor, umarım sevdicekle kendimize bir fırsat yaratıp daha önce gitmediğimiz yerlerde güzel fotograflar çekebiliriz.
Kasım ayı aşağı yukarı böyle geçti, başımdan geçen olumsuzlukları ilerde okuyup canlandırmak istemediğimden bloga yazmıyorum, sadece hepsinden tez zamanda kurtulmayı umut ediyorum.
Aralık ayının tek sevdiğim tarafı yılbaşı; enerjisi umarım bünyelere iyi gelir,
sevgiler. ;)
Kasım ayı aşağı yukarı böyle geçti, başımdan geçen olumsuzlukları ilerde okuyup canlandırmak istemediğimden bloga yazmıyorum, sadece hepsinden tez zamanda kurtulmayı umut ediyorum.
Aralık ayının tek sevdiğim tarafı yılbaşı; enerjisi umarım bünyelere iyi gelir,
sevgiler. ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder