31 Aralık 2017 Pazar

Nihayet 2017'den Kurtulurken

Merhaba,

Nisan ayından bu yana buralara neden hiç uğramadığımı kendime sorduğumda somut bir yanıtım olmadığını fark ediyorum. Blog tasarımı için saatlerce uğraş, yerleşimdi, endi, boydu, widgettı ayarla, üstüne bir de yıllık 40 küsür lira alan adı ücreti öde ama 8 ay boyunca tek bir yazı yazma.
Bunun adı depresyon soslu üşengeçlik.

Çok kötü geçti 2017. Maddi ve manevi anlamda zorlukların tavan yaptığı, bunaltıların pek eksilmediği, ileride hiç de hoş hatırlamayacağım bir yıl oldu benim için. Şu saat itibariyle tek beklentim geçtiğim 364 günü bana tamamen unutturacak yeni bir yıl. Bu vesileyle doğru düzgün yazı yazmadığım blogumu takip etmeye devam etmiş herkesin yeni yılını kutlarım; umarım hayatta aradığınız her şeyi fazlasıyla bulacağınız bir yıl geçirirsiniz.

2017'nin Nisan'ından bu yana neler olduğuna gelecek olursak, etkinlik anlamında bir önceki yıla oranla çok kısır bir yıl oldu; maddi zorlukların bunda etkisi çok büyük. Yıl sonu itibariyle halen maddi anlamda bir denge tutturabilmiş değilim, iş bulma sürecinin beklediğimden uzun sürmesinin bunda çok payı var.

İş demişken, evet iş buldum, hem de hiç ummadığım bir anda ve hiç ummadığım bir biçimde. Sanırım yılın en olumlu olayı bu oldu. Ağustos ortasından bu yana kendimi acayip bir temponun içinde ve sürekli artan sorumlulukların arasında buluyorum, iş yetiştirmek için sabahladığım oluyor, hayatım boyunca MS Excel başında harcadığım zamanın on katını bir ayda harcıyorum ama yine de şikayetçi değilim, yakın gelecekte daha güzel şeylerin olacağına inanıyorum.

#kendinegel :)

Geçtiğimiz yılın dökümünü yapmak isterdim ama yukarıda da belirttiğim gibi, o kadar kısır ve üzüntülerle dolu bir yıl oldu ki içimden gelmedi. Söyleyebileceğim tek şey, Başka Sinema'nın ne kadar muazzam bir şey olduğudur. Sinema anlayışımı tamamen değiştiren, ufkumu kocaman açan, inanılmaz bir organizasyon. Bu yıl en sık yaptığımız şey Başka Sinema filmleri izlemekti, bu yüzden buradan kendilerine kocaman bir teşekkürü borç bilirim. 

#BizeHerGünFestival :)

Yine yeniden, hayatımdaki varlığına her gün şükrettiğim insana binlerce teşekkür borçluyum; bana bu yolda eşlik ettiği ve beni hiç yalnız bırakmadığı için, o olmasaydı bu yıl nasıl olurdu düşünemiyorum. Bütün olumsuzluklara karşın tek bir insanın varlığı bile hayatı çekilir kılabiliyor. Öyle bir sevmek ki hapşırasım gelmesi hatta!

Yeni yıla şunun şurasında 10 dakika kalmışken bana müsaade, bloga bol bol yazdığım bir yıl olmasını diliyorum çünkü buraya sık yazıyorsam keyfim yerinde demektir. 
Sevgiler. ;)

8 Nisan 2017 Cumartesi

Keşifler ve keşifler

Güzel şeylere denk geldim bu aralar, yazmadan edemedim.


İkisi dergi mesela. 
Öykü Gazetesi bir Can Yayınları girişimi olup yayın hayatının 7. ayını yaşamakta. İçinde sadece kısa öyküler var, reklam yok, başka hiçbir şey yok. Tam bir keyif gazetesi ve her geçen ay okuyucu kitlesi artıyor, öyle ki Nisan sayısının önceki aydan fazla basılmasına karar vermişler. D&R başta olmak üzere büyük kitapçılarda ve Migros, Carrefour gibi hipermarketlerde bulmak mümkün. Minik bir rica; lütfen raflarda gördüğünüzde bir kopyasını kendinize ayırıp kalan dergileri de rafın önüne görünür bir şekilde koyun ki daha çok okura ulaşsınlar :) 

Tuhaf ise yayın hayatına bu ay itibariyle başlayan bir dergi olmakla birlikte fikir babası Ahmet Mümtaz Taylan. Bu aya kadar düzenli olarak Kafa dergisi alıyordum ancak yine bu dergi grubuna ait olan Diri Ozanlar Derneği isimli şiir dergisini son sayısında yayınlanmış bir şiire belli bir kesimden yöneltilen tepkiler yüzünden bir anda sonlandırmalarıyla ve yazan şaire sahip çıkmamalarıyla gözümde tamamen bittiler. 
Tuhaf Dergi de tam böyle arayışta olduğum bir anda karşıma çıktı. Gün itibariyle kendisini yarıladım, bütün sayıları bu dolulukta devam eder mi zaman gösterecek ancak ilk sayısından bir hayli keyif aldığımı söyleyebilirim. 

Gelelim müziğe. :)
Youtube'da harikulade bir kanal keşfettim; Anatolian Rock Revival Project.

İçinde 60lı yıllardan itibaren Türkçe Rock müzik adına birbirinden kıymetli ve zor bulunan kayıtlar barındıran bu kanalın müptelası oldum diyebilirim. Bünyesinde barındırdığı parçaları öyle sanıyorum ki 40lı-50li-60lı yıllarda doğmuş analar-babalar ezbere biliyorlardır ancak bir sonraki kuşak maalesef yoğun bir popüler kültür bombardımanına tabi tutulduğundan bu eserler biraz kenarda kalmış oldu.
Anadolu Rock müziğine dair en çok sevdiğim ve hayranlık duyduğum şey yaratıcılık. Dillere pelesenk olmuş türküler öyle kaliteli ve yaratıcı biçimde progresif, saykodelik, ve füzyon tarzlarıyla bezenmiş ki dinlerken enstrüman çeşitliliğine mi yoksa ustalığa mı hayran kalacağını şaşırıyor insan.

Birkaç örnekle kulak pası silecek olursam;




47 yıllık bu Moğollar şaheseri onca yıl hakedip de göremediği ilgiyi şarkının Sony tarafından Playstation 3 reklamında kullanmasıyla gördü. (reklamı buradan izleyebilirsiniz)

Bir diğer örnek yine Moğollar'dan geliyor;



Tek kelimeyle mükemmel. 

Son olarak bir düzenleme de Selda Bağcan'dan geliyor;



Girişindeki elektro gitar riffi insanın aklını almıyor mu? :)

Yukarıdakiler gibi birçok enfes parçanın yer aldığı kanalda keşfedecek daha çok şey var. 

Son olarak bir de internet sayfası tanıtmak istiyorum. 

Instagram sayfasının adı 1Film1Kitap1Oyun.


Sevgili Hakan'ın izlediği, okuduğu ve seyrettiği oyunlar hakkındaki görüşlerinden oluşturduğu, kutu gibi, matruşka gibi, sihirli lamba gibi bir instagram hesabı. Ufkunuzu açacak bir şeylere denk gelmemenizin imkansız olduğu sayfa gün be gün büyümekte. (Aldığım duyumlara göre ilk 100 takipçisine sazlı-sözlü gece tertipleyecekmiş :D)

Son zamanların keşifleri bunlar, yeni keşiflerde buluşmak üzere, sevgiler. :)

5 Nisan 2017 Çarşamba

Önüm Arkam Sağım Solum Zweig

Cihan (@cruinne)'in paylaştığı bir gönderi ()

Stefan Zweig maalesef çok geç keşfettiğim ve zararın neresinden dönsem kardır diyerekten külliyatına merak saldığım bir yazar. Fotograf da az çok bunu anlatıyor zaten. Yazarı geç keşfetmemde çok uzun bir dönem boyunca sadece Ingiliz edebiyatına mensup yazarların eserlerini Ingilizce okuma saplantımın katkısı da büyük elbette. Neyse ki sevdiceğin tavsiyesiyle okumaya başladığım Satranç adlı kitabı ile kendisine hayran olmam uzun sürmedi ve durum ortada. :)
Almanca seviyemi ilerletebilirsem ileride en azından Satranç'ı ana dilinde okumayı çok istiyorum.

Stefan Zweig'ın tarzında beni en çok etkileyen şey birçok okurun da dikkatini çektiği üzere psikanaliz yeteneği oldu. Hatta Kafa dergisinin Mart sayısında olması lazım bir köşe yazısında kendisinden, "psikanalistten daha psikanalist" diye bahsediliyordu. Karakterleri öyle güzel betimliyor ki sanki her karakterin iç sesi olayların akışı içerisinde kendisinden kısık sesle bahsediyor.

Böyleyken böyle, kitaba yatırım tavsiyesidir. :)

2 Nisan 2017 Pazar

Mart Özeti

Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse sıkıntılı bir ay geride kaldı. Gariptir, Mart ayları genelde böyle geçiyor, ardından gelen Nisan ve Mayıs ayları ise nazire yaparlarcasına olumlu havada geçip Mart'ı unutturuyorlar. Umarım yine öyle olur.

Mart'ta neler yaptığıma gelecek olursam;

Ayın ilk gününde Başka Sinema sağ olsun "Coffee and Cigarettes" adlı filmi izledim, daha önce izlememiş olmama hayıflandım. Absürd diyaloglar, kafadan çatlak karakterler, bolca sigara dumanı ve kötü kahvenin eşsiz birleşimi diyebileceğim oldukça eğlenceli bir filmdi. 


Mart ayına iki adet oyun sıkıştırdım. Bunlardan ilki, Bakırköy Belediye Tiyatrosu tarafından sahnelenen "Lena, Leyla ve Ötekiler" adlı oyun oldu. 


Doğup büyüdüğü topraklarda Lena iken yabancı gelin olup Türkiye'ye yerleşen ve çoluk çocuğa karışan Leyla'nın ruhundaki açmazları hem kendisinden hem de duvara yansıyan Lena'dan dinlediğimiz oyun toplumun garip ahlak anlayışını yerden yere vuruyor. 

Bu ay izlediğim ikinci oyun ise Dostoyevski'nin aynı adlı eserinden uyarlanan "Yeraltından Notlar"ı oldu. 

fotograf: devtiyatro.gov.tr

Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenen oyunda Murat Çidamlı'nın performansına hayran kaldığımı söyleyebilirim. 

Bu ay çok uzun zamandır yapmadığım-ız bir şey yaptık ve klasik müzik konserine gittik.
İş Sanat sponsorluğunda keman virtüözü David Garrett İstanbul Opera Orkestrası eşliğinde kulakların pasını silen bir konser verdi efendim. "Smooth Criminal"ın es geçilmediği konserde David Garrett solo performansını sanki biraz kısa kesti. 


Bir sonraki etkinliğe geçmeden önce sinirlerimi zıplatan bi saçmalıktan bahsedeceğim. 
Konserlerde, tiyatrolarda, sinemalarda ortalık telefonuyla korsan kayıt yapan veya orada silah zoruyla tutuluyormuşçasına telefonuyla oynayan insanlarla dolu. Yanındakinin ya da arkasındakilerin keyfini hiçe sayarcasına koskocaman ve parlak ekranlı telefonuyla kafa hizasından ısrarla çekim yapan, ya da bulunduğu ortamı hiç umursamadan yazışan insanlardan gına geldi artık. Uyarıyorsun tamam diyor, yirmi dakika sonra bir de bakmışsın ki telefon yine elde yine elde. İşin kötü tarafıysa böyle davranan insanları yalnızca salondaki diğer insanlar uyarıyor, veya çekindiğinden uyaramıyor. Sırf bu yüzden sinemaya gitmekten soğudum son zamanlarda. 

Bu ay izlediğim ikinci film yine Başka Sinema'dan "Its Only The End of The World" (Alt Tarafı Dünyanın Sonu) oldu. 

fotograf: impawards.com

Filmden beklentim bir hayli yüksekti ancak pek aradığımı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Son bir yılda bu filme benzeyen, "bir şeyi açık açık anlatmadan yorumu izleyiciye bırakan" tarzda birçok film izledim; hiç bana göre değil. Ucu açık bırakılan filmleri sevmiyor değilim ancak filmin kıçı da açıkta kalınca izleyicinin kafası karışıyor. 

Ayın üçüncü filmi, en sevdiğim Marvel karakteri olan Wolverine'i konu alan "Logan" oldu. 

fotograf: traileraddict.com

Eğer bir süper kahraman filminde ağlanacaksa o film bu filmdir bence. Filmin Marvel tarafından çekilmemiş olması dram dozunu ekstra arttırmış olabilir ancak yine de Marvel dışı bir stüdyonun çizgi romanların ara sokakları denebilecek alternatif evrenlere girmesi bence takdire şayan. Oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Öyle sanıyorum ki Wolverine ilerde Hugh Jackman olmadan da yoluna devam edecek, umarım bir defa da olsa çizgi romandaki kostümüne sadık kalınmış bir Wolverine izleriz. 

Mart ayının son etkinliği Süreyya Operası'nda izlediğimiz, Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen Bach eseri "Kahve Kantatı" oldu.

fotograf: timeout

İki perdelik kantatın ilk perdesinde şahane bir Bach dinletisi yer alırken ikinci perdede gerçek kahve kokusu ve ikramı eşliğinde bolca tebessüm ettiren bir performans yer alıyor. Yeraltından Notlar ile birlikte bu ayın en çok keyif aldığım etkinliği oldu diyebilirim. En çok sevdiğim klasik müzik bestecisinin bu eserini böyle izleyebilmiş olmaktan dolayı kendimi şanslı hissediyorum. 

Mart ayının nefes aldırıcı etkinlikleri bunlar oldu, geri kalanı yazının başında da değindiğim üzere bolca sıkıntılı geçti. 

Umarım güzel günler yakındır, sevgiler.

25 Mart 2017 Cumartesi

Bir Şiir

Bloga kopyala-yapıştır yapmaktan mümkün mertebe kaçınmaya çalışıyorum ama Hüsrev Hatemi'nin yeni okuduğum bu şiirine kayıtsız kalamadım. Telif hakkı varsa affola. 

Yine de

İç-dünyama İsviçre misâli
Yeşiller ve göller yerleşmedi.
Hangi kalıtımın ürünüyse,
İç-kentimde bir iki yaşlı kedi...
Çamurlu kaldırımlarda;
Dolaşır akşamüzeri.
İnsanların paçaları çamurlu,
İhtiyarların cebinde bir yumak sicim,
Ve en fazla bir elli lira.
Bir de paslanmış bir çakı.
Kadınlar ne leyli ne de güzel
Fakat ince ve saf yine de.
Hafif kamburu çıkmış kazaklı kızlar
Nemli ve kızarmış burun uçları
Gelecek günlerin hayâlini kurar.
Tek olağan dışı güzellik bu kentte
Koca kafasıyla Hindistan’ı anan
Bir fil bir de sükûti-devenin,
Süpermarketlere girmesidir.
Saygılı ve düşünceli her ikisi de.
Sen varsan ey yâr, ümit de var
Gözlerinde gizi güzelliğin,
Aman saklı kalsın saklamalısın,
Sarıp sarmalayıp sandıklamalısın.
Bekle ki bekçiler ihtiyarlasın
“Memlekete gettü” desinler de sen;
O zaman sandık-lekeli gizler
Bir de ben ve derinleşmiş izler,
Sürülmüş tarla kokusu yüzümde,
Sana doyasıya nazar edeyim.
“Geç oldu artık ben de gideyim”
Deyince ben, bu hikâye bitsin
Ve yeni bekçiler de benim için
Memlekete gitti diyeceklerdir
Deve ve Fil hemen gözden silinir.
Sen benim gözümde kalansın
Yine de.

2 Mart 2017 Perşembe

Şubat Vukuatları

Aylık olan-biten yazılarını bir sonraki ayın ilk günlerine sarkıtmak blog dahilinde moda haline gelmeye başladı, hiç hayra alamet değil hiç.

Şubat ayı = Oscar hazırlığı desem sanırım abartmamış olurum. Başka Sinema sağ olsun, Manchester By The Sea, The Salesman ve Moonlight adlı filmleri izleme fırsatı buldum. Önceden de La La Land'i izlemiştim, kısacası bu yılın ödüllerine damga vuran tüm filmleri izlemeyi başardım, gururluyum. 

Filmlerden kısa kısa bahsedecek olursam;

Manchester By The Sea içlerinde en çok beğendiğim film oldu. Filmin bazı bölümlerinde süreyi fazla uzatmamak adına kırpılma yapılmış gibi hissettiysem de hikayeyi çok beğendim; Casey Affleck'in de hayat verdiği karakterle kazandığı ödülü fazlasıyla hakettiğine inanıyorum. Oscar'sız Affleck kalmasın!

fotograf: awardsdaily.com

En Iyi Yabancı Film dalında Oscar'ı kapan The Salesman'i sanırım Iran sinemasına yabancı olduğumdan dolayı ilginç buldum. Filmdeki Iran sahnelerinden kötü anlamda etkilenmekle birlikte tam bir doğu usulü intikam hikayesi olduğunu düşünüyorum. Ikinci Oscar ödülünü alan, filmin senaristi ve yönetmeni Asghar Ferhadi'yi göçmenlik yasası yüzünden hem ödül törenini boykot etmesi hem de törende okunması için gönderdiği kısa açıklamasından ötürü takdir ettim;

"Bu akşam burada sizlerle olmadığım için üzgünüm. Bugün burada olmamamın sebebi ülkemdeki insanlara ve insanlık dışı göçmenlik yasasıyla aşağılanarak ABD'ye girişleri yasaklanan diğer 6 ülkenin insanlarına duyduğum saygıdandır."

fotograf: impawards.com

Bu ay izlediğim son film Moonlight oldu. En Iyi Film dalında ödülü kaptı ancak benim beklentilerimi çok karşıladığını söyleyemem. Günümüzde başyapıt olarak nitelendirilen pek çok filmin zamanında metacritic gibi sitelerce yerden yere vurulmasına şahit olmuş biri olarak bu filmin 100 üzerinden 99 puan almasını abartılı bulduğumu söylemeliyim. 
En Iyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü alan, Juan rolündeki Mahershala Ali'nin sahnelerinin gereğinden kısa tutulduğunu düşünmekle birlikte En Iyi Sinematografi dalında hakkının yendiğini düşünüyorum.


Şubat ayının film maratonu böyleydi, gelelim tiyatrolara.

Bakırköy Belediye Tiyatrosu tarafından sahnelenen "Gülünç Karanlık" adlı oyunu izledim. 

Wolfram Lotz tarafından yazılan oyun Joseph Conrad'ın "Karanlığın Yüreği" ve Francis Ford Coppola'nın bu kitaptan esinlenerek çektiği "Apocalypse Now" adlı filminin yeniden sentezlenmesinden vücut buluyor. 


Kitaba da filme de hayran biri olarak oyunu beğenmedim diyemem ancak doğaçlama mı yoksa oyunun bir parçası mı olduğuna karar veremediğim birkaç bölümü yüzünden çok memnun ayrılmadım. Oyun metninin çokça faydalandığı kitabı okumayan ya da filmi izlemeyen için anlaşılması ve sindirilmesi zor bir oyun olduğunu düşünüyorum.

Bu ay izlediğim ikinci oyun Devlet Tiyatroları'nın sergilediği "Giydirici" oldu.

fotograf: devtiyatro.gov.tr

Önceden haberdar olmadığım, ancak sonunda zevkten dört köşe ayrıldığım bir oyundu Giydirici. Celal Kadri Kınoğlu'nun müthiş performansıyla sürüklediği oyun Ikinci Dünya Savaşı sırasında tiyatro yapmaya çalışan bir kumpanyayı konu almakta. Kesinlikle izlemeye değer.

Şubat ayı da bu etkinliklerle geçti gitti.

Bolca Fifa 17 oynadım bu ay; kariyer modunda Almanya 2. Ligi'nden 1860 Münih ile başladığım maceram hızla sürerken bir veya birkaç yazıda bunlar hakkında yazmak istiyorum. 

Kahve çılgınlığı da son sürat devam etmekte ancak bunun hakkında halen tek bir satır yazmamış olduğuma inanmak güç, bu da Mart ayının yazılacaklar listesinde. 

Az çok böyle işte, bloga birden fazla yazı yazacağım bir ay olması dileğiyle.

5 Şubat 2017 Pazar

Ocak Ayı Yazısı

Ocak yazısı aslında zamanında yazılmıştı ancak ne yazık ki Japon mafyasıyla düştüğüm bir anlaşmazlık sonucu yazıya el konuldu ve sorun çözülene dek yayınlanamadı. Neyse ki dedemin eski bir Samuray olması sayesinde anlaşmazlıklarımızı bir kenara koyup yazıyı nihayet yayınlayabildim.

Bence biz 2017'ye girmiş olamayız çünkü bana hala 2016 gibi geliyor. 2017 yazarken bile yanlış mı oldu diye ekrana iki kere bakılan bir yılın gerçekten 2017 olmasını bu kadar kolay kabullenmem de beklenmemeli zaten.

Ocak ayının ilk haftasında canım sevdiceğimin doğum gününü iki kişilik dev kadro olarak kutladık. Birbirimizin doğum günlerinde Fun Lab'e gidip kurtlarımızı dökmek yavaş yavaş gelenekselleşmeye başlarken pek de keyifli oluyor efenim.

Yeni yılın kendi adıma ilk filmi bu yılın Oscar aday arsızı La La Land oldu.



Müzikal tadında filmler sevenler için biçilmiş kaftan diyebileceğim yapım ayrıca caz severler için de adeta kulak orgazmı niteliğinde. Oyunculardan herhangi birinin Oscar ödülü alabileceğini düşünmesem de en iyi müzik dalında sanırım açık ara favori olacak. 

Ocak ayının geneli kötü havalar ve alışveriş kafasından çıkmak istememe gibi sebeplerden ötürü etkinlik fakiri olarak geçmiş de olsa fena sayılmazdı.

Ayın son gününde Schubert'in "Winterreise" (Kış Yolculuğu) adlı eserini Süreyya Operası'nda dinleme fırsatı yakaladık ki bana göre Ocak ayını tek başına kurtaran etkinlikti.


Ocak ayı itibariyle sevdicekle kendimizi kahve konusunda aştık diyebilirim. Dışarda içtiğimiz kahvelerden evde de içmek istememiz bizi kendi çapımızda çözümler aramaya ve bulmaya itti ki sonucu çok güzel oldu. :)


Detaylarını bir sonraki yazıda yazmayı planladığım kendimizce kahve maceramızda setlerimiz yukarıdaki ekipmanlardan kurulu. :) Artık kahvelerimizi kahve içtiğimiz kafelerden çekirdek olarak alıyor, taze taze çekip pişiriyoruz. Sırf bu yüzden dışarda içtiğimiz birçok kahveye burun kıvırır hale geldik ama olsun, taze ve lezzetli kahvenin yerini hiçbiri tutmuyor.

Bir sonraki kahve kokulu yazıya kadar, sayanora!