14 Ekim 2018 Pazar

Okuma Günlüğü

Okuma hızı ve isteği anlamında gözlerimi yaşartan bir dönemdeyim. :'(

-Bu yazı aşağıdaki çalma listesi dinlenirken hazırlandı-

Eylül'den bugüne kadar 8 kitabı bitirebilmiş olmak, dahası düzenli okuma temposunu tekrar kazanabilmiş olmak çok iyi hissettiriyor. Haftalık çalışma temposunda maalesef her gün okumak pek mümkün olmuyor; bazen eve iş getiriyorum, bazen kafam dopdolu oluyor, bazen de salt yorgunluk okuma uğraşının önüne geçiveriyor.

Neler neler okuduğuma gelecek olursam eğer;


H.G. Wells'e sardım bu aralar. Zamanının çok ötesinde işlediği bilimkurgu konularıyla son zamanlardaki favori yazarım oldu. Kitaplarının Ingilizce orijinallerini okumamış olmama üzüldüm. Yine de çevirmenlerin iyi iş çıkardıklarını düşünüyorum. Sadece Duvardaki Kapı'yı okurken akıcılık anlamında biraz tıkandım o kadar. İçlerinde en az beğendiğim kitabı da o oldu diyebilirim. Biraz ara verdikten sonra elimizdeki bir diğer kitabı "Efendi Uyanıyor; Yüzyıllık Uykudan" isimli distopyasını da okuyacağım. 

Bir önceki yazımda "Suçluyorum"dan bahsetmiştim, ayrı bir yazıyı hak etmişti. :)

Zweig'ı geç keşfetmeme rağmen ne kadar çok sevdiğimi önceki yazılarımdan birinde anlatmıştım, son zamanlarda İş Yayınları'ndan çıkan iki yeni kitabını daha edindim (ilk baskılarını herkesten önce edinerek Instagram'da nispet bile yaptım hatta!) ancak biraz ara verdim, Eylül sonuna doğru "Olağanüstü Bir Gece" isimli öyküsünü okudum. Şimdiye kadar okuduğum Zweig kitapları arasında en az beğendiğim oldu, Ahmet Cemal çevirilerindeki o akıcılığı bu kitapta bulamadım. 

Hermann Hesse'den uzun süre önce Siddharta'yı okumuştum, doğum günümde de çok sevdiğim bir arkadaşımdan "Doğu Yolculuğu" isimli kitabını hediye olarak alınca okuma fırsatı yakaladım. Yazarın mistisizme oldukça ilgili olduğunu düşündüren bir kitaptı. 

Alejandro Zambra'yı sevdicek sayesinde tanıdım, "Soru Kitapçığı" da raflarda yer aldığı gibi yazarın büyük ilgi gören kitaplarından biri oldu. Kitap adından da anlaşılacağı üzere içinde çoktan seçmeli anlatım soruları barındırıyor, hangi şıkkı seçerseniz seçin doğru ya da yanlış demiyor, olaylara hangi açıdan baktığınızı gösteriyor sadece. Sürükleyici değil ancak oldukça eğlenceli buldum. Ara sıra rastgele birkaç sayfasını açıp eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. 

Son olarak da "Tütüncü Çırağı".
Açıkçası son zamanlarda okuduğum en iyi kitaptı. 2. Dünya Savaşı dönemine oldukça ilgili biri olmamın da kitabı beğenmemde büyük etkisi olduğuna inanıyorum ancak hikayenin anlatım tarzı, geçişleri, temposu, kusursuza yakındı bence. Yazarın kitaplarını Almanca okumam yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor ancak kitabın çevirmeni Oktay Değirmenci'nin akıcılık konusunda çok iyi iş çıkardığını düşünüyorum.

Okumakta olduğum kitaplara, puan ve yorumlarıma Goodreads profilimden de ulaşabilirsiniz. :)

Yıllık okuma hedefi olarak kendime 50 kitap belirlemiştim, bu tempoyla en azından yarısını yakalarım diye düşünüyorum ancak 50'ye ne kadar yaklaşırım zaman gösterecek. :)

Kitap kokulu günler dilerim. 

9 Ekim 2018 Salı

Suçluyorum!

Bu kitabı nasıl oldu da bu yaşıma kadar okumadım, hem hayret ettim, hem de cehaletime üzüldüm.

Macchiavelli'nin "Prens"i gibi bu kitap da zamandan bağımsız bir eser, konu ettiği olayın üzerinden 100 yılı aşkın süre geçmiş olmasına rağmen "başka" coğrafyalarda nasıl da benzer şeylerin cereyan etmiş olduğunu görmek hem çok üzücü hem de hayranlık uyandırıcı.


Bu kısa mektup-kitapta hoşuma giden çokça yer oldu ancak en çok hoşuma giden iki kısmı paylaşmak istedim.

"Dreyfus birkaç dil bilir, suç; evinde kendisini zor duruma düşürecek hiçbir kağıt bulunamamıştır, suç; bazı bazı ilk memleketine gider, suç; çalışkandır, her şeyi bilmek ister, suç; şaşırmaz, suç; şaşırır, suç."

"Sırtını ahlaksız basına dayamak...Yanlışı zorla benimsetmek gibi düşüncesizce bir komplo tezgahlamak...Kamuyounu saptırmak...Küçükleri ve alçakgönüllüleri zehirlemek...Tutuculuk ve hoşgörüsüzlük tutkularını azdırmak...Kin yolunda yurttaşlığı sömürmek..."

Zola'nın dediği gibi, "toplumsal kötülük ruhlarından" uzak günler dilerim.

6 Ekim 2018 Cumartesi

Hortlayan Blog

Yazmaya ne zaman bu kadar ara versem, tekrar yazmaya başladığımda mahcup hissediyorum kendimi. Şu moddan bir türlü kurtaramadım kendimi;



Son yazıdan bu yana yazmaya hiç mi zaman bulamadım, yoksa bulduğum zamanları neye harcadım keşke listeleyebilsem. 9 Koca ay geçmiş son yazının üstünden. Sanırım artık yöntem değiştirip, "söz daha sık yazıcam" gibi kendime vaatlerden vazgeçmem gerek, belki bu şekilde zorunluluk hissetmeden daha fazla yazar halde bulurum kendimi. 

Ocak'tan bu yana ne yaptım ne ettim kafamda pek toplayamıyorum açıkçası, şu anda yıllık iznimin ilk günündeyim, hem kafayı sıfırlama hem de gelecek yazıların başlangıcı olsun diyerekten bilgisayar başına geçmek istedim.
Neler yaptığıma gelecek olursam, çalıştım ya hu. Tabiri caizse eşek gibi çalıştım hem de. Oldukça yoğun bir dönem oldu benim için. Bir işi yaparken öğrenmek keyifli olduğu kadar yorucu da. Geride bıraktığım Ağustos itibariyle iş yerinde 1 yıl geride kaldı ama hafızamı yitirmiş olsam herhalde 2-3 yıldır çalıştığımı düşünürüm, o kadar yoğundu. Çok şey öğrendim, yediğim kazıklarla hayat tecrübesi anlamında çok şey kazandım, az biraz para da kazandım ama borca harca gitti onlar tabii ki. :D 2019'a girmeden kafamda işle ilgili birtakım planlar var, uygulayabilirsem kendimi bambaşka bir seviyede bulabileceğimi düşünüyorum. Artık zamanı geldi. Gerçekleşirse burada da paylaşırım, şimdilik kaderi dürtmeyelim. :)

Sosyal hayat bu süreçte bolca sekteye uğradı sevgili blog; sevdicekle eskiden bolca yaptığımız fotograf gezilerine ara verdik. Çok uzun zamandır fotograf çekmiyorum, bir yandan canım çok istiyor, diğer yandan artık elimde olmayan güzelim lenslerimi özlüyorum. Bir sürü filmim var, bayat filmlerim günden güne daha da bayatlayıp iyicene kıymetleniyor, hiç değilse buradan biraz teselli buluyorum.

PlayStation'ı da bıraktım gibi bir şey, elim gitmiyor artık. En son elime God of War geçti, affetmedim ve kaptım Platinum'u. Ayrıca Horizon Zero Dawn da platinlediğim oyunlarımın arasına katıldı.


Dönem dönem okuma hevesimin tavan yapmasıyla bolca okuduğum oluyor, yakın zamanda sevdicekle yaptığımız toplu kitap alışverişiyle Philip K. Dick kitaplarından bolca aldım, bir de Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde serisine başlamak istiyorum çok vakit kaybetmeden. Swann'ların Tarafı kitaplıkta okunmayı bekliyor.

Balkon bahçeciliği de iş temposu yüzünden bir hayli sekteye uğradı. Şu anda süs biberleri, kekik, gül ve karanfil kuarteti olarak yola devam ediyor bitkilerim.

Son olarak da Kısmet. 3,5 yaşında, insan taklidi yapan kedim her zamanki gibi. Yaş mamasını eksik etmiyoruz, Kısmet mutlu, biz mutlu. :)


Hafta içerisinde #filmekimi2018 başlıyor, onun tatlı heyecanı şimdiden sardı. Ekim ayları sevdicekle en sevdiğimiz ay sanırım, tiyatro, sinema, festival, bale, ne ararsan bolca oluyor. Bir sonraki yazıda bunlardan bolca bahsetme fırsatım olacağı için mutluyum.

Şimdilik benden bu kadar, yeni yazıda görüşmek üzere.

9 Ocak 2018 Salı

Su Gibi Akıp Gidiyor

Dün Cumartesi sevdiceğin doğum gününü kutlayınca güne keyifli başlamak kaçınılmaz oldu, kafam da yerindeyken buraya bir şeyler bırakayım dedim ama yazıya eklenecek görsellerle uğraşırken bir baş ağrısı musallat oldu ve yazı bugüne kaldı.

Blogda önceki yazılarımdan birinde de bahsetmişim Ocak ayının benim için olumlu geçtiğini, tarih tekerrür etti sanki. Bugün hiç beklemediğim bir anda güzel bir haber aldım ve uzun zamandır boğazımda yağlı urgan gibi takılı duran bir dertten kurtuldum.

Açıkçası yaklaşık 1 yıldır önümü görmek konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorum. "Bir yol haritası gerek!" diye plan program yapmak istiyorsun ama imkansızlıklar bir şekilde paçandan aşağıya doğru çekiştiriyor. Ağustos ayında bir paçamı kurtarır gibi olmuştum, bugün sanırım kurtardım. Diğer paçamı çekiştiren bir sürü şey var halen ama kısa zamanda onu da diğerinin yanına alıp yürümeye, belki de tekrar koşmaya başlarım. Umarım.

90+5 :)

Sevdicek Pazar günü "Jose Gonzalez dinledin mi hiç?" diye sordu, "Dinlemedim." dedim. Merak edip Spotify'dan çalma listesini açınca bugüne kadar belki onlarca kez dinleyip sesini başka müzisyenlere benzettiğimi fark ettim.


IKSV getiriyormuş kendisini, kısmet diyoruz şimdilik. :)

Fonda Jose dinleyip mayışırken yazıya da devam ediyorum. Ocak ayında okuyup bitirmek istediğim 3 tane kitabım var. İkisini Aralık'ta aldım, birini B. hediye etti ama iş yoğunluğundan okuma fırsatı bulamadım.

Zweig'ın son öykü kitabı "Mecburiyet" sessiz sedasız raflarda yerini aldı. Açıkçası aklımda herhangi bir kitap yokken ve raflara boş boş bakınırken bu kitapla karşılaşınca küçük çapta bir şok yaşamadım desem yalan olur.

Geç keşfetmekten dolayı en çok utanç duyduğum yazar olabilir kendisi.

İlk baskısını alabilen şanslı azınlıktan olduğumu düşünüyorum, Zweig'ın Türkiye'de kitapları en çok satılan yabancı yazar olduğunu düşünürsek bir sonraki baskı uzak değil gibi.






Bu kitabı niye aldığım konusunda net bir fikrim yok. İskandinavya'da geçmesi, daha önce okumadığım bir yazar olması ve kapak fotografı derken almış bulundum sanırım. YKY'nin Galatasaray'daki yenilenen mağazasının atmosferi de etkili olmadı değil. :)













Çok uzun zamandır aklımda olan bir kitaptı "Anne Frank'in Hatıra Defteri." Hakkında çok şey izledim ve okudum ancak ta kendisini okumak bir türlü kısmet olmamıştı ki sevdicekten hediye olarak geliverdi. Burun sızlatacak bir deneyim olacağına emin olmakla birlikte büyük bir merakla okuyacağım bu kitabı.












Mükemmel bir çizim bu, keşke ismini hatırlayabilsem de altına yazabilsem.


Yeni keşfettim ama ne zaman baksam hayallere dalıyorum, çok değişik hisler uyandırıyor bende. Kırlangıç kuşunun sembolize ettikleri bir yana, üstündeki peri tozunun aynı B. olması ve ben denizler altında nereden baksan yirmi bin fersah. :)

Birazcık hayallerden ve özlediğim şeylerden bahsetmek istiyorum.

Uzun vadeli planlar yapmayı özledim. Aylar öncesinden tiyatro, sinema, konser biletleri almayı ve sabırsızca günlerinin gelmesini beklemeyi özledim.
Playstation'ı çok özledim, sabahlara kadar ciuv ciuv oyun oynamayı ve yorgun argın kafamı yastığa vurmayı özledim.
Rakı sofrasını özledim ama öyle alelade bir sofrayı değil; Inciraltı gibi, Liman gibi, muazzam bir sofrayı özledim.
Zaman yok diye ikinci plana atmadan, gözlerim yorulana kadar okumayı özledim.
Bloga kafama göre yazmayı özledim.
Bir şeyler üretmeyi özledim; resim, çizim, haiku, ne olursa.

Şimdilik son sözüm;


sağlıcakla kalın!