9 Ocak 2018 Salı

Su Gibi Akıp Gidiyor

Dün Cumartesi sevdiceğin doğum gününü kutlayınca güne keyifli başlamak kaçınılmaz oldu, kafam da yerindeyken buraya bir şeyler bırakayım dedim ama yazıya eklenecek görsellerle uğraşırken bir baş ağrısı musallat oldu ve yazı bugüne kaldı.

Blogda önceki yazılarımdan birinde de bahsetmişim Ocak ayının benim için olumlu geçtiğini, tarih tekerrür etti sanki. Bugün hiç beklemediğim bir anda güzel bir haber aldım ve uzun zamandır boğazımda yağlı urgan gibi takılı duran bir dertten kurtuldum.

Açıkçası yaklaşık 1 yıldır önümü görmek konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorum. "Bir yol haritası gerek!" diye plan program yapmak istiyorsun ama imkansızlıklar bir şekilde paçandan aşağıya doğru çekiştiriyor. Ağustos ayında bir paçamı kurtarır gibi olmuştum, bugün sanırım kurtardım. Diğer paçamı çekiştiren bir sürü şey var halen ama kısa zamanda onu da diğerinin yanına alıp yürümeye, belki de tekrar koşmaya başlarım. Umarım.

90+5 :)

Sevdicek Pazar günü "Jose Gonzalez dinledin mi hiç?" diye sordu, "Dinlemedim." dedim. Merak edip Spotify'dan çalma listesini açınca bugüne kadar belki onlarca kez dinleyip sesini başka müzisyenlere benzettiğimi fark ettim.


IKSV getiriyormuş kendisini, kısmet diyoruz şimdilik. :)

Fonda Jose dinleyip mayışırken yazıya da devam ediyorum. Ocak ayında okuyup bitirmek istediğim 3 tane kitabım var. İkisini Aralık'ta aldım, birini B. hediye etti ama iş yoğunluğundan okuma fırsatı bulamadım.

Zweig'ın son öykü kitabı "Mecburiyet" sessiz sedasız raflarda yerini aldı. Açıkçası aklımda herhangi bir kitap yokken ve raflara boş boş bakınırken bu kitapla karşılaşınca küçük çapta bir şok yaşamadım desem yalan olur.

Geç keşfetmekten dolayı en çok utanç duyduğum yazar olabilir kendisi.

İlk baskısını alabilen şanslı azınlıktan olduğumu düşünüyorum, Zweig'ın Türkiye'de kitapları en çok satılan yabancı yazar olduğunu düşünürsek bir sonraki baskı uzak değil gibi.






Bu kitabı niye aldığım konusunda net bir fikrim yok. İskandinavya'da geçmesi, daha önce okumadığım bir yazar olması ve kapak fotografı derken almış bulundum sanırım. YKY'nin Galatasaray'daki yenilenen mağazasının atmosferi de etkili olmadı değil. :)













Çok uzun zamandır aklımda olan bir kitaptı "Anne Frank'in Hatıra Defteri." Hakkında çok şey izledim ve okudum ancak ta kendisini okumak bir türlü kısmet olmamıştı ki sevdicekten hediye olarak geliverdi. Burun sızlatacak bir deneyim olacağına emin olmakla birlikte büyük bir merakla okuyacağım bu kitabı.












Mükemmel bir çizim bu, keşke ismini hatırlayabilsem de altına yazabilsem.


Yeni keşfettim ama ne zaman baksam hayallere dalıyorum, çok değişik hisler uyandırıyor bende. Kırlangıç kuşunun sembolize ettikleri bir yana, üstündeki peri tozunun aynı B. olması ve ben denizler altında nereden baksan yirmi bin fersah. :)

Birazcık hayallerden ve özlediğim şeylerden bahsetmek istiyorum.

Uzun vadeli planlar yapmayı özledim. Aylar öncesinden tiyatro, sinema, konser biletleri almayı ve sabırsızca günlerinin gelmesini beklemeyi özledim.
Playstation'ı çok özledim, sabahlara kadar ciuv ciuv oyun oynamayı ve yorgun argın kafamı yastığa vurmayı özledim.
Rakı sofrasını özledim ama öyle alelade bir sofrayı değil; Inciraltı gibi, Liman gibi, muazzam bir sofrayı özledim.
Zaman yok diye ikinci plana atmadan, gözlerim yorulana kadar okumayı özledim.
Bloga kafama göre yazmayı özledim.
Bir şeyler üretmeyi özledim; resim, çizim, haiku, ne olursa.

Şimdilik son sözüm;


sağlıcakla kalın!

Hiç yorum yok: